Bu kitap beni bir hayli hayal kırıklığına uğrattı. Kitabın çok fazla seveni olduğunu biliyorum, lütfen kimse beni yanlış anlamasın.
Uyarımı da yaptığıma göre kitaba çemkirmeye başlayabilirim.
Kitap çok hırslı olan başkarakterimiz Craig tarafından anlatılıyor. Craig’in hayattaki tek amacı iyi bir liseye, ardından da iyi bir üniversiteye gidip iyi bir iş sahibi olmak. Bu amacına öylesine bağlı ki, hedefinin ilk adımı olan iyi bir liseye girmek için durmadan çalışıyor ve sonunda 800 soruda 800 doğru yaparak şehrin en iyi lisesine kabul ediliyor. Fakat burada işler hiç de umduğu gibi gitmiyor ve depresyona giriyor. Bir gece kendisini Manhattan Köprüsü’nden atmaya karar vermesi üzerine, kendi isteği ile intihar yardım hattını arıyor ve böylece şehirdeki psikiyatri kliniğine yatıyor.
Neden sevmediğime gelirsek… Psikolojiyle ilgili kitapları büyük bir zevkle okuduğumdan bu kitaba da en azından empati kurdurması (ne de olsa hepinizin Craig gibi en az bir arkadaşı vardır, hatta belki de Craig sizsinizdir) umuduyla başladım fakat hiç de umduğum gibi olmadı. Dili akıcı olmasına rağmen inanılmaz sıkıldığım yerler oldu. Aynı zamanda karakterler benim bir kitabı sevmemde büyük bir role sahip ve bu kitapta sevdiğim, ısındığım tek bir karakter bile olmadı. Craig; itici, mıymıntı ve sevimsiz bir karakterdi bana göre. Cinsiyetçi düşüncelerini okurken göz devirmekten canım yandı. Yine de bir seçim yapmam gerekirse en düzgün karakterin Craig’in hastanede tanıştığı Noelle olduğunu söyleyebilirim. Noelle devreye girince bir umut, belki şimdi daha eğlenceli olur dedim ama maalesef aynı tempoda devam etti.
Kitaba iki puan verirdim, o da Craig ile doktorunun arasında geçen ikili konuşmaların yüzümü az da olsa gülümsetebilmesi ve beklenmedik -en azından benim beklemediğim ve beni fazlasıyla şaşırtan- sonu hatrına. Sonuç olarak sevmedim, tavsiye etmiyorum ve neden bu kadar çok sevildiğine dair en ufak bir fikrim de yok.
Yorumlar
Yorum Gönder