“Öte yandan kimse veda etmez, sizi tekrar görmek istemedikleri sürece.”
Kitapla ilgili düşüncelerimi iyice toplamak ve eksiksiz bir şekilde aktarmak istediğim için Kaplumbağa Kabuğunda Dünya’yı yorumlamayı uzun süredir bekletiyordum.
Öncelikle bu kitabı okumak aklımda yoktu. Ne kitabın konusu ne de başka bir şeyi bende okuma isteği uyandırabilmişti çünkü. Ta ki bir yerlerde kendisiyle ilgili bir yazı okuyup kitabın aslında ne anlattığını öğrenene kadar.
Kitabın arka kapağına bakarsanız çocukluk arkadaşının kaçak bir milyarder olan babasının kaybolması üzerine onun peşine düşen on altı yaşındaki Aza ve en yakın arkadaşıyla ilgili bir şeyler okursunuz. Ama kitabın asıl olayı bu değil tabii ki.
Kaplumbağa Kabuğunda Dünya, ana karakterin gittikçe daralan düşünce sarmalında sıkışıp kalmasını ve kendi içindeki şeytanla olan mücadelesini anlatıyor. Başkarakterimiz Aza’nın muzdarip olduğu kaygı bozukluğunun da yardımıyla kendi kişiliğini keşfetmeye başlamasını konu alıyor aslında bu kitap. Başka bir deyişle, ona acı veren şeylerin bir olay ya da durumdan ziyade o olay ya da duruma yüklediği anlamda saklı olduğunu keşfetmesini.
Kitapta
beni hayran bırakan şey Aza’nın içinde bulunduğu takıntı ve kaygı dolu
durumun çok gerçekçi bir şekilde anlatılması. Öyle ki, kitabı okurken onunla birlikte kaygılanıyor, onun düşünce sarmalında kayboluyorsunuz, bu da okuyucuya tarif etmesi zor bir empati deneyimi yaşatıyor. John Green’in kendisinin
de kaygı bozukluğu ve obsesif kompülsif bozukluğa sahip olduğunu
öğrendiğimde çok şaşırmadım aslında çünkü bu durumu yaşamamış birisinden
bu kadar iyi anlatması beklenemezdi zaten.
Eğer siz de Aza ile benzer duygular içerisinde iseniz bu kitaba bir şans vermek size güvenli alanınızdan bir anlığına da olsa çıkmaya cesaret veren bir yüzleşme fırsatı yaratabilir. Kaplumbağa Kabuğunda Dünya, bir psikolojik bozukluk ile ilgili okuduğum en gerçekçi genç-yetişkin türündeki romanlardan biriydi ve okumasaydım çok şey kaybederdim.
Yorumlar
Yorum Gönder